23 Aralık 2008 Salı

Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,
Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.
Bir dost göz arayışıyla, saat tıkırtısıyla...
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,
Ama;''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp, bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?'' diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...
CAN YÜCEL

6 Kasım 2008 Perşembe

Geri Dönmek


Nazire nazire üstüne oldu... Sevgili Eylül Özyürek'in (http://eylulesintileri.blogspot.com) blogunda yazmış olduğu bu şiir tam da bizim şiirlere denk düştü. Yüreğine sağlık sevgili Eylül...

31 Ekim 2008 Cuma

Gidemem ki

Sayın Sevdakar Çelik'in (http://www.mizahvesiir.blogspot.com/) yayınladığı bu şiirine biz de bir hınzırlık yapıp nazire yazalım dedik... Elimizin erdiği, yüreğimiz yettiği, dilimizin döndüğünce... (Not: Resimlerin üzerini çift tıklayarak büyük halini izleyebilirsiniz.)

Giderken

24 Ekim 2008 Cuma

DÖNGÜ

HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

Her gün yeniden başlıyorum duvarı örmeye… Her gün yeniden yıkılacağını bile bile başlıyorum örmeye…

Hiçbiri ilk seferki gibi değil… Daha çok emek, daha çok zahmet gerektiriyor… Her yeni başlayış büyük zorluklarla çıkıyor karşıma… Yapı taşlarımın pek çoğu her yıkıntının arkasından yok oluyor. Kalanlarınsa üzerine yapışan harçlarını temizlemek, en azından yapıya zarar vermeyecek hale getirmek için büyük emek sarfetmek gerek…

Ama ne yaparsam yapayım yine yıkılıyor her şey… Belki bu sefer yıkılmaz umuduyla bir yerlerde - temelde, tuğlalarda, harcında ya da işçiliğinde- bir hata olması ihtimalini düşünmeden yeniden başlıyorum. Belki bu ihtimali düşünsem baştan sağlam olacak her şey, ama düşünemiyorum belki de düşünmek istemiyorum.

Ve her seferinde yeniden yeniden yıkılıyor ve her seferinde eksiliyor; umutlarım, inancım ve de azmim… Her seferinde eksilenlerin yerini doldurmak daha da zorlaşıyor. Her başlangıçta eksiklerle, eksilerle başlıyorum, mutluluğu yakalamak arzusuyla… Ama her yeni başlangıç bitişe gebe olarak çıkıyor karşıma…

İşte yine yıkıntılar arasındayım; ancak bu sefer farklı… Defalarca yaptığım iş yabancı bana, defalarca kullandığım mala, çekiç yabancı ellerime… Ve dahası nereden başlayacağımı, nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Umudum tükenmiş, başım dönüyor. Birisi elimden tutmasa yığılıp kalacağım aynen yapmaya çalıştığım duvar gibi…

Ben mi duvarı örüyorum, duvar mı beni…


***

HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

Her gün yeniden başlıyorum duvarı örmeye… Bir gün nasıl olsa en güzelini, en sağlamını, en sanatsalını yaratacağımdan emin olarak…

Her bir başlangıç yeni tecrübeler, yeni teknikler, yeni malzemeler dayatıyor. Ama tüm bunlar yeni öreceğim duvarın temelden daha sağlam, daha ustaca olmasına yol açıyor. Yine de eski malzemeleri kullanmak gerek… Bunlar da işin biraz zorlu, biraz zahmetli ama güzel tarafı…

Her seferinde bu sefer tamamdır diye başladığım duvarım yıkılınca nedenlerini düşünüyorum; hatanın nerede olabileceği, nereden kaynaklandığını bulmak gerek… Zaten her yıkılışta bunu aramazsan neye yarar ki yıkılacağını bile bile yeniden yeniden denemek… Demek ki her seferinde atladığımı ayrıntılar var.

Her seferinde yeniden yıkılıyor ama her seferinde yıkılmış olsa bile bir şeyler var geride yeni başlangıç için… Hiç olmayan bir şeylerin yerine en azından yıkılmış bile olsa üzerini tamamlayabilecek malzeme… Var olmayanın yerine bir şeyler koymak zor, elde olanın üzerine eklemek, elde olanı geliştirmek daha kolay…

İşte yine yıkıldı her şey; ancak bu sefer farklı… Defalarca yaptığım iş her seferinde yeni tecrübeler ekliyor bilgilerime; kullandığım mala, çekiç daha bir yakışıyor elime, bütünleşiyor. Artık nereden başlayacağımı biliyorum. Umutlarım canlı, yüreğim kıpır kıpır…

Bu sefer başaracağım.

6 Ekim 2008 Pazartesi

Yabani Hisler

Kırlangıcın biri, bir adama aşık olmuş. Cesaretini toplayıp penceresine konmuş.Önce olabildiğince dik durmuş, Sonra gagasıyla cama vurmuş.'-Tık... tık tık...'Çok meşgulmüş adam... öfkeyle cama dönüp bakmış: '-Kimmiş onu işinden alıkoyan?'Kırlangıcın minik kalbinde amansız bir heyecanKırık sözcükler dökülmüş gagasından...'-Hey adam, seni nicedir izliyorum. Sorma nedenini, niçinini, Ama galiba seni seviyorum'.
* * *
Şaşırmış adam, '-Sen de nerden çıktın şimdi,Tam aklımı toplayacakken bozdun işimi...'Şöyle bir tüylerini kabartmış kırlangıç, ve aklındaki planı çıtlatmış:'-Aç pencereyi beni içeri al sen,birlikte yaşayalım ebediyen...hem sofrada ortağın olurum, hem evde eğlencen'.Parlamış adam:'-Şuna da bakın neler diyor bu... Haddini bil, hiç kuş insana aşık olur mu?''-Soğuklar başladı bak, üşüyorum dışarda. Alırsan içeri, deva olurum yanlızlığına da...'Hepten kızmış adam, kovmuş kırlangıcı camın önünden'-Yürü git işine, yalnızlığımdan memnunum ben"Bükmüş gagasını zavallı kırlangıç,Uçmuş semaya doğru, kanadı kırık...
* * *
Gel zaman git zaman, kırlangıçın hemen ardından, bizim adamı pişmanlık basmış:'-Hay aptal kafam, ben ne halt ettim, ayağıma gelen fırsatı teptim'.Sonra teselli etmiş yalnız kalbini:'-Sıcaklar başlayınca gelir kırlangıcım. Onu içeri alır yalnızlığımı paylaşırım".Kış geçip de yaz gelince, yalnız adam başlamış beklemeye...Ama sevdalısı uğramamış bile bir kere...Akın akın gelen sürülere sormuş, Onun kırlangıcından eser yokmuş. Öyle üzülmüş ki, gidip bilge kişiye danışmış.Hem kırlangıcı, hem kendi eşekliğini anlatmış.
Bilge kişi almış adamın mesajını, Lakin üzüntüyle sallamış başını:"A benim yalnız oğlum. Ne kadar efkarlansan azdır.Çünkü kırlangıçların ömrü 6 aydır".

27 Eylül 2008 Cumartesi

23 Eylül 2008 Salı

Sen Söylemeden de Biliyorum

Seziyorum ki kaçacaksın...
Yalvaramam koşamam
Ama sesini bırak bende

Biliyorum ki kopacaksın
Tutamam saçlarından
Ama kokunu bırak bende

Anlıyorum ki ayrılacaksın
Çok yıkkınım yıkılamam
Ama rengini bırak bende

Duyumsuyorum ki yiteceksin
En büyük acım olacak
Ama ısını bırak bende

Ayrımsıyorum ki unutacaksın
Acı kurşun bir okyanus
Ama tadını bırak bende

Nasıl olsa gideceksin
Hakkım yok durdurmaya
Ama kendini bırak bende

Aziz Nesin

Kedilerle ilgili bu durumu yeni öğrenmiştim:
Normalde sokak kedisi kendini saldırgan köpeklere karşı koruyabilirmiş.
Bu direnci kıran tek sey neymiş biliyor musunuz: Sevgi…

İnsanoğlu, eğer bir sokak kedisinin başını okşar ve ona şefkat gösterirse kedicik kendisinin koruma altında olduğunu zanneder ve sivri tırnaklarını içeri çekermis. Ve vahşi köpeklerin azgın dişlerini gırtlaklarında veya itlaf ekiplerinin zehirli etlerini midesinde bulurmuş.

Küçücük bir dokunuşta gardı düşen ve ölümcül yaralara açık hale gelen sarmanların kaderinde kendi aşk hayatımızın hülasasını buldum.

Biz de Eros’un şefkatine sığınıp, sevdalanınca en mahrem zaaflarımızı elevermiyor muyuz?
Yıllar yılı ardına sığındığımız barikatların anahtarını gönüllü teslim edip, tırnaklarımızı içeri çekmiyor muyuz?

Sevginin bizi kollayacağına, sarıp sarmalayacağına dair ön kabulümüz yüzünden koruma duvarlarımızı gönüllü kaldırıp, yaralarımızı açık hale getirmiyor muyuz?

Sonra ne oluyor?

Sevdamız en büyük zaafımıza dönüşüyor.
Saçımızı okşayan elin bizi ilelebet kollayacağına inanıyor, tatlı sözlere kanıyoruz.
Taklalar atıp, cilveler yapıyoruz.

Ve en ummadığımız anda, en korunaksız halimizle yakalanıyoruz aşkın hoyrat yüzüne…
şefkatimiz katilimiz oluyor.

Ders almak mı?
Ne münasebet!..
Daha son ihanetin yarası kabuk bağlamadan, yeni yaralar için aralıyoruz kalbimizin kapılarını… Zavallı bir kedi yavrusundan farkımız yok aşkın karşısında…
Boynumuzda, kalbimizde pençe pençe darbe izleriyle, her sıcak dokunuşta çocukça uysallaşıp, her hayal kırıklığında “köpek gibi” pişman olarak, her terkedilişte acı çekip her dönüşte biraz daha kanayarak, kanayan yerlerimizi kediler gibi dilimizle yalayarak, “Bir daha asla larla - Daima lar” arasında yalpalayarak yara bere içinde yaşıyoruz.

O yüzden “Melekler” içe kıvrık patilerle gömülüyor.
Ve hayata “Şeytanlar” hükmediyor.

Belki de en iyisi kuyruğu her daim dik tutmaktır…
Şefkate kanmış mefta bir ev kedisi olmaktansa, gardını almış bir sokak kedisi olarak hayatta kalmak daha iyidir.

Can Dündar

27 Ağustos 2008 Çarşamba



9 Ağustos 2008 Cumartesi

Yabani Hisler

SERÇE VE GÖÇMEN KUŞUN HİKAYESİ

İhanetin adı göçmen bir kuşa verilmiş,
Sadakatin adı ise; bir serçeye

Göçmen kuş bütün bahar ve yaz boyunca
Küçük köyün üstünde uçmuş serçeyle beraber

Küçük sinekleri, kurtları yemişler,
Kış yağmurlarıyla şaha kalkmış, derelerden su içmişler.

Masmavi gökyüzünde dans etmişler,
Çiçek açan ağaçlara konup, papatya tarlalarında gezmişler...

Birbirlerine söz vermiş kuşlar; Ayrılmayacağız diye.
Ama kış gelmiş, Göçmen kuş adına yakışanı yapmaya kararlıymış,

Serçe ise her zamanki gibi sadık
Ama sevgi de yabana atılmaz bir gerçek.

Ayrılık acı, ihanet kötüymüş serçe için
Yaşamaksa önemli imiş göçmen için.

O, baharların tatlı eğlencesiymiş sadece
Gel demiş serçeye benle beraber...Başka bir bahara uçalım.

Serçe ise burda bekleyelim demiş yeni baharı
Ama kış acımasızdır. demiş göçmen, Yaşayamayız burda, aç kalır üşürüz

Serçe hayır demiş korunuruz kötülüklerinden kışın beraber
Göçmen inanmamış serçeye hayır demiş gidelim.

Serçe için gitmek nasıl bir ihanetse yaşadığı yere
Kalmakta aynı şekilde ihanetmiş sevgiliye

Ve karar vermiş sevgiyi seçmiş
Uçacakmış yeni bir bahara...

Göçmen ve serçe çıkmışlar yola,
Ama serçe zayıfmış, onun kanatları uzun uçuşlar için değil.

Dayanamayacakmış bu yola
Oysa göçmenin kanatları güçlüymüş

Çünkü o hep kaçarmış kışlardan
Hep gidermiş zorluklarından kışın yeni baharlara

Bir fırtına yaklaşıyormuş.
Göçmen hızlı gidiyormuş fırtınadan, yakalanmayacakmış

Ama serçe iyice zayıf kalmış, yavaşlamaya başlamış
Göçmene duralım demiş artık. Biraz dinlenelim

Göçmen itiraz etmiş, fırtına demiş, ölürüz.
Serçe çok fırtına görmüş, kurtuluruz demiş.

Ama göçmen yürü demiş serçeye birazdan okyanuslara varacağız
Serçe sevgisine uymuş ve peşinden son bir gayretle gitmiş göçmenin

Birazdan varmışlar okyanusa
Kurtuluşuymuş bu büyük deniz

Göçmen için çok iyi bilirmiş buraları
Ama serçe ilk kez görüyormuş ve sanki

Gökyüzünden daha büyükmüş bu yeni mavi
Serçe artık dayanamıyormuş,

Son bir sevgi sesiyle seslenmiş göçmene
Artık gidemiyorum....

Göçmen serçeye bakmış,
Bakmış ve devam etmiş...

Okyanus çok büyükmüş, serçe ise çok küçük
Serçenin sevgisi de çok büyükmüş ama göçmen çok küçük...

Mavi sularında okyanusun bir minik SADAKAT ...
Yeni bir baharın koynunda koca bir İHANET...

2 Ağustos 2008 Cumartesi

Duygu katilinden uzak duramamıştı genç kadın

Bir insanı öldürmek net bir eylemdir kuşkusuz. O insan çekilir hayattan ve siz de cezanızı çekmek üzere girersiniz cezaevine. Ancak bir başka ölüm daha vardır. Ve katil hiçbir şekilde cezalandırılmaz. Muhatabını ölümden beter eder, ama başına hiçbir şey gelmez. Sevildiği için cezalandırır o! Sevenin bütün duygularını öldürür. İçini boşaltır onun. Bir daha sevemeyecek hale getirir. Kendine güveni sıfırlanır sevenin. Katil çok sayıda silahı devreye sokarak başarır bunu. Ve zamanla yaşayan ölü o kadar kapanır ki iç dünyasına, sevmeye kalkacak her insanı düşman görür kendine.

Asla güvenemez, iç dünyasını açması olanaksıza yakındır artık. Sevdiği için elinden gelen her şeyi yapan kurban, bunların işe yaramadığını öğrenmiş olur! Ve katılaşır yüreği. Bir kez daha denemekten ölesiye korkar, yaralarının yeniden depreşeceğini düşünerek.

Umutlarını kırmıştır katil. Hayallerini yere çalmıştır. Mutlu bir gelecek diye bir şey bırakmamıştır. Sevmenin, acı çekmenin ta kendisi olacağını yazmıştır kafasına kurban, çektiklerinin ardından. Hayatın yaşanmaya değer olmadığına karar, katilinin sayesinde. Ve ölümle yaşam arasındaki o ince çizgide gidip gelir yaşayan ölü. Ve öyle bir hale gelmiştir ki artık, o çizgiyi aşabilecek kadar bile gücü yoktur.

Ne yaşamayı ne de ölmeyi ister. Öylesine yıkılıp kalır, hayatın bir yerlerinde, boş bir çuval gibi.
.......
İri, zindan gözleriyle boşluğa bakıyordu, duygu katilinden uzak durmayı başaramayan genç kadın, o yağmurlu akşamüstü!
Halim Bahadır

31 Temmuz 2008 Perşembe


29 Temmuz 2008 Salı


16 Temmuz 2008 Çarşamba

Ya zamanından çok erken gelirim
Dünyaya geldiğim gibi
Ya zamanından çok geç
Seni bu yaşta sevdiğim gibi

Mutluluğa hep geç kalırım
Hep erken giderim mutsuzluğa
Ya her şey bitmiştir çoktan
Ya hiçbir şey başlamamış

Öyle bir zamanına geldim ki yaşamın
Ölüme erken seviye geç
Yine gecikmişim bağışla sevgilim
Seviye on kala ölüme beş

Üfff ya Ferik... İnsan adını aldığına bu kadar mı çeker?
Çenen düştü, toplamak için birşeyler lazım... Ama ne?
Photobucket

14 Temmuz 2008 Pazartesi

12 Temmuz 2008 Cumartesi

Benzerliklerdeki Sağlık

Havuç dilimi insan gözüne benzer. Bilimsel araştırmalar havucun gözlerin kan akışını ve işlevini iyileştirdiğini göstermiştir.Domateste kalpte olduğu gibi dört odacık vardır ve kırmızı renklidir. Bütün araştırmalar domatesin kalp ve kan için faydalı olduğunu göstermiştir.
Üzüm salkımı kalp şeklindedir, her bir üzüm tanesi kan hücresi gibi görünmektedir ve araştırmalar üzümün ciddi kalp ve kan canlandırıcı bir gıda olduğunu göstermiştir.
Ceviz küçük bir beyin görünümündedir. Ve beyin fonksiyonlar için faydalıdır.
Fasulya böbrek görünümündedir ve böbrek fonksiyonlarını iyileştirir.
Sap kereviz, Çin lahanası ve Rhubarb (bizde yok) kemiklere benzer. Bu gıdalar kemikler için faydalıdır, sodyum oranları eşit ve %23 dür. Gıdanızda yeterli sodyum yok ise vücut kemiklerden çeker ve kemikler zayıflar. Bu gıdalar iskeletinize faydalıdır.
Patlıcan, avokado ve armut kadınların rahim ve serviks sağlığı ve fonksiyonlarını hedefler ve görünümleri bu organlara benzerler. Araştırmalar kadınların haftada bir avokado yemeleri halinde hormonları dengelediğini, istenmeyen doğum sonrası kilolarını azalttığını ve serviks kanserini önlediğini göstermiştir.
İncir tohum doludur ve ağaçta ikili olarak asılarak büyür. İncir sperm sayısını ve hareketliliğini arttırır ayrıca erkek kısırlığını önler.
Tatlı patatesin görünümü pankreasa benzer ve şeker hastalarının glisemik indeksini dengeler.
Zeytin yumurtalıkların sağlığına ve fonksiyonuna yardımcı olur.
Greyfurt, portakal ve diğer narenciye meyveleri kadın göğsüne benzer ve bunların sağlığına ve lenfin hareketine yardımcı olur.
Soğan vücut hücreleri görünümündedir. Bütün vücut hücrelerinden atık maddelerin temizlenmesine yardım eder. Hatta gözlerin epitelyal katlarının yıkayan gözyaşlarına bile sebep olur.

Beyin Acının Fotoğrafını Çeker

Biliyorum seni bazen ne kadar çok üzdüğümü...

Yaramazlık yapıyorum, etrafı karıştırıyorum, oynarken örtüleri bozuyorum ama inan bana anne bunları seni üzmek için yapmıyorum. İçimde öyle büyük bir enerji ve merak duygusu var ki; sanki böyle davranmaya mecbur kalıyorum. Sen benim akıllı olmamı, hiç bir şeye karışmamamı istiyorsun, "oyuncaklarınla oyna" diyorsun. Olmuyor anne, araştırmazsam öğrenemem, yanlış yapmazsam doğruyu bulamam.

LÜTFEN BENİ ANLA ANNE!
Benim ne kadar yalnız olduğumu sen de biliyorsun. İlgiye sevgiye, desteklenmeye ihtiyacım var. Gün içinde çoğu zaman meşgulsün. Ev işi yapıyorsun, telefonda konuşuyorsun, komşu teyzeye gidiyorsun, ya da o sana geliyor. Sana ne zaman bir şey soracak olsam veya anlatmak istediklerim varsa, bana "daha sonra konuşuruz" diyorsun. Farkında mısın? daha sonralar hiç gelmiyor. Senin benimle konuşmanı ve beni dinlemeni istiyorum. İşte o zaman kendimi ifade etmeyi öğrenebilirim.

LÜTFEN BENİ DİNLE ANNE!
Hatırlıyor musun, geçen gün oturma odasındaki duvara resim yaptım diye bana nasıl vurmuştun. Canım çok acıdı anne! Oysa ki ben senin ve benim resimlerimizi yapıp seni mutlu etmeyi düşünmüştüm. O kadar öfkelendin ki, gerçekten çok korkunç görünüyordun. Elini, vurmak için öfkeyle bana kaldırdığında, masallarda ki devler geldi aklıma. Elleri kocaman olan devler. Senin de ellerini o devinkine benzettim. Karşımda masallar diyarından gelen bir dev duruyordu sanki. Hele bana vurduğunda canımın nasıl acıdığını anlatamam sana. Düşünsene senin iki katın büyüklüğünde ki bir devin sana vurduğunu. Canın acırdı değil mi? Neler yapabileceğimi görmen, yeteneklerimi keşfedebilmen için yanlışlarımı sabırla düzeltip, bana doğruyu göstermelisin. Canımı acıtarak güzel bir insan olmamı bekleyemezsin. Bu benim sana olan öfkemi artırıp, sana duyduğum saygıyı azaltır.

Bunun için LÜTFEN BANA VURMA ANNE!

13 Mayıs 2008 Salı

Yabani Hisler

Herkesin (haksız bir şekilde) kullandığı bir ifadedir "Angut".

Birisi bir salaklık yapınca, laftan anlamayınca ya da boş boş bakınca hemen "Angut musun?" der günümüzün insanı...

Angut'un aslında bir kuş olduğunu biliyor muydunuz!

Angut Kuşu'nun eşi öldüğü zaman (herhangi bir şekilde hayatı tehlikeye girmiş olsa bile) gözlerini bir dakika bile eşinin ölüsünün üstünden ayırmadan o da ölene kadar onun baş ucunda bekler... İşte bu canlının yaptığı en büyük"Angut"luk budur ... Ayrıca bu olay bütün Angut kuşları için geçerlidir, arada bir görülen bir şey değildir...

Çok ürkek bir hayvan olmalarına rağmen eşinin ölüsünün başında bekleyen Angut kuşuna elini uzatsanız dahi oradan kaçmaz...

Bu durumda kim ANGUT dersiniz? Ya da içimizde ANGUT olmayı istemeyen var mı?

25 Nisan 2008 Cuma


19 Nisan 2008 Cumartesi

Şu Kadarcık Mutluluk

Küçük Ayrıntılar

92 yaşlarında, kısa, çok iyi görünümlü, görünümüne aşırı derecede önem veren bir adam, bugün yaşlı insanların evine taşınıyor. Huzur evinin lobisinde birkaç saat bekledikten sonra, odasının hazır olduğu söylendiğinde nazikçe gülümsüyor. 70 yaşındaki karısı yakın geçmişte vefat etmiş ve evini terketmek zorunda kalmış.
Asansöre doğru yavaşça bastonunu kullanarak yürürken ona küçük odasını tasvir ediyorum ve pencerede asılı olan ve perde görevi gören bir kağıttan da bahsediyorum.
“Bunu çok sevdim ", diyor, eline yeni bir oyuncak verilmiş 8 yaşındaki bir çocuğun hayranlığı ile.
“Bay Gagne, odayı henüz görmediniz, bir saniye bekleyin, neredeyse vardık. "
" Bunun onunla bir alakası yok ", diye cevap veriyor. " Zihnimde odamı sevdiğim zaten karar verilmiş durumda. Bu her sabah kalktığımda verdiğim bir karar.”
"Mutluluk ilerisi için seçtiğim bir şey. Odayı sevip sevmemem mobilyalara bağlı değil, ya da dekorla – daha ziyade onu nasıl görmeye karar verdiğime bağlı."
"Seçebilirim. Bütün günümü yatakta bedenimin artık iyi çalışmayan kısımlarından kaynaklanan zorlukları sayarak geçirebilirim, ya da hala düzgün çalışan kısımlar için Tanrıya şükrederek uyanabilirim.”
" Hergün bir hediyedir ve gözlerimi açabildiğim sürece, yeni güne ve hayatım boyunca yaşadığım bütün mutlu anılarıma konsantre olacağım. "
" Yaşlılık bir banka hesabı gibidir. Yaşam yolunda yatırdıklarını daha sonra çekersin. Yani sana öğüdüm şudur ki hatıralarının banka hesabına yatırabileceğin kadar mutluluk yatır."

Hala doldurmakta olduğum banka hesabımı mutlu anılarla doldurmaktaki payın için sana çok teşekkür ederim…

ÇİZGİ ÖYKÜ - 2
Orijinal Karikatür : Efes Göç
Öykü : Bırakıp gittiğin yüreğinse eğer, elbet geri döneceksin…

Hiçbir şeyden çekmedi evren, insanoğlundan çektiği kadar… Yaşadığımız dünyayı, bulunduğumuz, geçtiğimiz her yeri yakıp yıktık, talan ettik. Öylesine bir talan ki her nesne, her varlık pes etti. Ve en son olarak da dünyamız… Bu talana dayanamayan dünyamız geri dönülmez bir yolda ilerliyor ve az bir süre sonra insanoğlu kendi sonunu kendisi hazırlamış olacak.

Evet insanoğlu demiştik… El atmadığı, talan etmediği yer yok… İşte kendi yarattığı tanrıları bile ne hale getirmiş… Efsanelerde yaşatılan ve onlar için tapınaklar, heykeller yapılan tanrıların içler acısı hali. Yani tanrıların bile gücü yetmemiş bu insanlığın bu çılgınlığına…

Tanrı Zeus en sonunda dayanamayıp kalkar ayağa… Topal aksak terki diyar etmek için yola çıkar. Ancak geride bıraktıkları vardır; Tanrı Zeus’un taşımaya gücünün olmadığı, gücünün yetmediği…

Karısı Hera yaşlı gözlerle ona bakmaktadır. Yapacak hiçbir şey yoktur … Bir veda busesi bile konduramaz sevdiğinin yanağına; sarılamaz… elini sallayabilmek için bir kolu bile yoktur.

Zeus aniden karar verir… Yürek isterse her zorluğun üstesinden gelinir. Hele ki bu zorluk sevdanın önüne çıkmışsa… İnsan koca bir evreni bile yüklenir sırtına...

Bu arada şöyle bir yorumu da vermeden geçemeyeceğim. Karikatürü gönderdiğim bir arkadaşımla duygularımı paylaşmak istemiştim. (Konak Belediyesi / Tülay Çelikel) Kendisi de sanatçı olan bu arkadaşımla aramızda geçen MSN yazışmasını aynen aktarıyorum.

(Bu arada yeni evlenen sevgili Tülay'a buradan da mutluluk dileklerimi iletiyorum. Bir ömür boyu mutlu ol, mutlu kal sevgili Tülay)



- Çizim gerçekten yürek burkucu bu arada, hele benim için…

- Neler çağrıştırdı sizde çok merak ettim. Merakım sizinle ilgili değil, çizimle ilgilidir... çünkü benim çok çok çok hoşuma gitti... çok farklı bir yerlere götürdü beni.

- Bana daha çok yok edilmiş bir şehri gösterdi efsaneleriyle birlikte harabeye çevrilmiş, malum pek koruyamıyoruz. O açıdan şehrin adamı bile bıkıyor ki -bu heraklitosa benziyor- Heraklitos şehrini iyi korumuş ve çok çaba harcamıştır, o açıdan da çok acıklı…
Tabii heykelleri kırık görmek de öyle...

-Bir ayrıntı daha var; evet tanrılar ve tanrıçalar adı ne olursa olsun... Heraklitos diyelim, arkada da Artemis ve onun bacakları yok; sevdiğiyle birlikte gidebilmek için…

- Tebrikler ne güzel
- Ay aynı şeyleri konuşabilmek ne güzel, pek az kimse bilir, düşünebilir bunları…


- İşin bir yönü daha var; onlar tanrıyken aciz durumda... peki ya biz... bizler bazen ayaklarımız olsa bile ACİZ kalabiliyoruz gidenlerin arkasından…

- Çok doğru…
ÇİZGİ ÖYKÜ-1
Orijinal Karikatür : Kardan Adam ve Gül
Öykü : Buzdan Olur Kardan Adamın Yüreği

Kardan Adam ve Gül” karikatürü bunlardan biri…
Karikatürün orijinal çizgilerini hiç bozmadan bir çizgi öykü oluşturmak istedik.
(Aslında ilk bakışta sevdalı bir Kardan Adam’ın, sevgili Kardan Kadın’ına romantik şekilde gül sunmasını, sevgisini sunmasını anlatıyordu bu karikatür, ama benim dikkatime takılan küçük bir ayrıntıdır, bu öykünün oluşma sebebi.)

Havalar ısınıyordu. Havaların ısınması onun yok olması demekti, gitmeliydi; hayatta kalabilmek için soğuğa ve kara ihtiyacı vardı.

Kardan Kadın’a “Hadi gidelim.” Demek, “Hadi benimle gel” demek bile aklına gelmemişti, gelmiyordu. Gülüne bile kıyamamış, gittiği yerlerde lazım olur diye cebine yerleştirmişti. Yüreğini ise hiç koymamıştı zaten. Çünkü yüreğini ortaya koymaktan korkuyordu. ‘Sevdalı Kardan Adam’ bitmiş demekti. Yüreğini koyunca insan bu kadar kolay dönüp gidebilir miydi?

Bakakaldı gidenin ardından… “Hadi gidelim.” demeyene “Ben de seninle geleyim.” denir miydi? “Hadi benimle gel.” demeyene “Beni bırakma, gitme” denebilir miydi?
Diyemedi Kardan Kadın, diyemezdi. Ağlıyordu Kardan Kadın, ağlamasının yok olmak demek olduğunu bile bile ağlıyordu. Giden sadece Kardan Adam’ın değildi… Onunla birlikte her şeyi gidiyordu; umutları, inançları, yüreği… en önemlisi de sevdası… Erise, yok olsa ne gam; zaten bundan sonra yaşayabilir miydi?

Anlamıştı, Kardan Adam’ın yüreği buzdan olurdu… Ama geç kalmıştı, hem de çok geç…

elma sekeri

elma sekeri
Çocuklar ne çok sever ELMA ŞEKERİ'ni