24 Ekim 2008 Cuma

DÖNGÜ

HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

Her gün yeniden başlıyorum duvarı örmeye… Her gün yeniden yıkılacağını bile bile başlıyorum örmeye…

Hiçbiri ilk seferki gibi değil… Daha çok emek, daha çok zahmet gerektiriyor… Her yeni başlayış büyük zorluklarla çıkıyor karşıma… Yapı taşlarımın pek çoğu her yıkıntının arkasından yok oluyor. Kalanlarınsa üzerine yapışan harçlarını temizlemek, en azından yapıya zarar vermeyecek hale getirmek için büyük emek sarfetmek gerek…

Ama ne yaparsam yapayım yine yıkılıyor her şey… Belki bu sefer yıkılmaz umuduyla bir yerlerde - temelde, tuğlalarda, harcında ya da işçiliğinde- bir hata olması ihtimalini düşünmeden yeniden başlıyorum. Belki bu ihtimali düşünsem baştan sağlam olacak her şey, ama düşünemiyorum belki de düşünmek istemiyorum.

Ve her seferinde yeniden yeniden yıkılıyor ve her seferinde eksiliyor; umutlarım, inancım ve de azmim… Her seferinde eksilenlerin yerini doldurmak daha da zorlaşıyor. Her başlangıçta eksiklerle, eksilerle başlıyorum, mutluluğu yakalamak arzusuyla… Ama her yeni başlangıç bitişe gebe olarak çıkıyor karşıma…

İşte yine yıkıntılar arasındayım; ancak bu sefer farklı… Defalarca yaptığım iş yabancı bana, defalarca kullandığım mala, çekiç yabancı ellerime… Ve dahası nereden başlayacağımı, nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Umudum tükenmiş, başım dönüyor. Birisi elimden tutmasa yığılıp kalacağım aynen yapmaya çalıştığım duvar gibi…

Ben mi duvarı örüyorum, duvar mı beni…


***

HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK

Her gün yeniden başlıyorum duvarı örmeye… Bir gün nasıl olsa en güzelini, en sağlamını, en sanatsalını yaratacağımdan emin olarak…

Her bir başlangıç yeni tecrübeler, yeni teknikler, yeni malzemeler dayatıyor. Ama tüm bunlar yeni öreceğim duvarın temelden daha sağlam, daha ustaca olmasına yol açıyor. Yine de eski malzemeleri kullanmak gerek… Bunlar da işin biraz zorlu, biraz zahmetli ama güzel tarafı…

Her seferinde bu sefer tamamdır diye başladığım duvarım yıkılınca nedenlerini düşünüyorum; hatanın nerede olabileceği, nereden kaynaklandığını bulmak gerek… Zaten her yıkılışta bunu aramazsan neye yarar ki yıkılacağını bile bile yeniden yeniden denemek… Demek ki her seferinde atladığımı ayrıntılar var.

Her seferinde yeniden yıkılıyor ama her seferinde yıkılmış olsa bile bir şeyler var geride yeni başlangıç için… Hiç olmayan bir şeylerin yerine en azından yıkılmış bile olsa üzerini tamamlayabilecek malzeme… Var olmayanın yerine bir şeyler koymak zor, elde olanın üzerine eklemek, elde olanı geliştirmek daha kolay…

İşte yine yıkıldı her şey; ancak bu sefer farklı… Defalarca yaptığım iş her seferinde yeni tecrübeler ekliyor bilgilerime; kullandığım mala, çekiç daha bir yakışıyor elime, bütünleşiyor. Artık nereden başlayacağımı biliyorum. Umutlarım canlı, yüreğim kıpır kıpır…

Bu sefer başaracağım.

ÇİZGİ ÖYKÜ - 2
Orijinal Karikatür : Efes Göç
Öykü : Bırakıp gittiğin yüreğinse eğer, elbet geri döneceksin…

Hiçbir şeyden çekmedi evren, insanoğlundan çektiği kadar… Yaşadığımız dünyayı, bulunduğumuz, geçtiğimiz her yeri yakıp yıktık, talan ettik. Öylesine bir talan ki her nesne, her varlık pes etti. Ve en son olarak da dünyamız… Bu talana dayanamayan dünyamız geri dönülmez bir yolda ilerliyor ve az bir süre sonra insanoğlu kendi sonunu kendisi hazırlamış olacak.

Evet insanoğlu demiştik… El atmadığı, talan etmediği yer yok… İşte kendi yarattığı tanrıları bile ne hale getirmiş… Efsanelerde yaşatılan ve onlar için tapınaklar, heykeller yapılan tanrıların içler acısı hali. Yani tanrıların bile gücü yetmemiş bu insanlığın bu çılgınlığına…

Tanrı Zeus en sonunda dayanamayıp kalkar ayağa… Topal aksak terki diyar etmek için yola çıkar. Ancak geride bıraktıkları vardır; Tanrı Zeus’un taşımaya gücünün olmadığı, gücünün yetmediği…

Karısı Hera yaşlı gözlerle ona bakmaktadır. Yapacak hiçbir şey yoktur … Bir veda busesi bile konduramaz sevdiğinin yanağına; sarılamaz… elini sallayabilmek için bir kolu bile yoktur.

Zeus aniden karar verir… Yürek isterse her zorluğun üstesinden gelinir. Hele ki bu zorluk sevdanın önüne çıkmışsa… İnsan koca bir evreni bile yüklenir sırtına...

Bu arada şöyle bir yorumu da vermeden geçemeyeceğim. Karikatürü gönderdiğim bir arkadaşımla duygularımı paylaşmak istemiştim. (Konak Belediyesi / Tülay Çelikel) Kendisi de sanatçı olan bu arkadaşımla aramızda geçen MSN yazışmasını aynen aktarıyorum.

(Bu arada yeni evlenen sevgili Tülay'a buradan da mutluluk dileklerimi iletiyorum. Bir ömür boyu mutlu ol, mutlu kal sevgili Tülay)



- Çizim gerçekten yürek burkucu bu arada, hele benim için…

- Neler çağrıştırdı sizde çok merak ettim. Merakım sizinle ilgili değil, çizimle ilgilidir... çünkü benim çok çok çok hoşuma gitti... çok farklı bir yerlere götürdü beni.

- Bana daha çok yok edilmiş bir şehri gösterdi efsaneleriyle birlikte harabeye çevrilmiş, malum pek koruyamıyoruz. O açıdan şehrin adamı bile bıkıyor ki -bu heraklitosa benziyor- Heraklitos şehrini iyi korumuş ve çok çaba harcamıştır, o açıdan da çok acıklı…
Tabii heykelleri kırık görmek de öyle...

-Bir ayrıntı daha var; evet tanrılar ve tanrıçalar adı ne olursa olsun... Heraklitos diyelim, arkada da Artemis ve onun bacakları yok; sevdiğiyle birlikte gidebilmek için…

- Tebrikler ne güzel
- Ay aynı şeyleri konuşabilmek ne güzel, pek az kimse bilir, düşünebilir bunları…


- İşin bir yönü daha var; onlar tanrıyken aciz durumda... peki ya biz... bizler bazen ayaklarımız olsa bile ACİZ kalabiliyoruz gidenlerin arkasından…

- Çok doğru…
ÇİZGİ ÖYKÜ-1
Orijinal Karikatür : Kardan Adam ve Gül
Öykü : Buzdan Olur Kardan Adamın Yüreği

Kardan Adam ve Gül” karikatürü bunlardan biri…
Karikatürün orijinal çizgilerini hiç bozmadan bir çizgi öykü oluşturmak istedik.
(Aslında ilk bakışta sevdalı bir Kardan Adam’ın, sevgili Kardan Kadın’ına romantik şekilde gül sunmasını, sevgisini sunmasını anlatıyordu bu karikatür, ama benim dikkatime takılan küçük bir ayrıntıdır, bu öykünün oluşma sebebi.)

Havalar ısınıyordu. Havaların ısınması onun yok olması demekti, gitmeliydi; hayatta kalabilmek için soğuğa ve kara ihtiyacı vardı.

Kardan Kadın’a “Hadi gidelim.” Demek, “Hadi benimle gel” demek bile aklına gelmemişti, gelmiyordu. Gülüne bile kıyamamış, gittiği yerlerde lazım olur diye cebine yerleştirmişti. Yüreğini ise hiç koymamıştı zaten. Çünkü yüreğini ortaya koymaktan korkuyordu. ‘Sevdalı Kardan Adam’ bitmiş demekti. Yüreğini koyunca insan bu kadar kolay dönüp gidebilir miydi?

Bakakaldı gidenin ardından… “Hadi gidelim.” demeyene “Ben de seninle geleyim.” denir miydi? “Hadi benimle gel.” demeyene “Beni bırakma, gitme” denebilir miydi?
Diyemedi Kardan Kadın, diyemezdi. Ağlıyordu Kardan Kadın, ağlamasının yok olmak demek olduğunu bile bile ağlıyordu. Giden sadece Kardan Adam’ın değildi… Onunla birlikte her şeyi gidiyordu; umutları, inançları, yüreği… en önemlisi de sevdası… Erise, yok olsa ne gam; zaten bundan sonra yaşayabilir miydi?

Anlamıştı, Kardan Adam’ın yüreği buzdan olurdu… Ama geç kalmıştı, hem de çok geç…

elma sekeri

elma sekeri
Çocuklar ne çok sever ELMA ŞEKERİ'ni