29 Eylül 2007 Cumartesi


BİLGİN BEBİŞ

BİLBİŞ

Fikir gördüğüm bu resimle çok sevdiğim bir insanın (Sayın Sevdakâr Çelik) çocukluğu ile ilgili anlattıklarının bende garip bir şekilde örtüşmesiyle ortaya çıktı. Kendisi çocukluğunu anlatırken duyarlı, gözlemleyen, inceleyen, kıyaslayan, düşünen, fikir üreten, eleştiren bir çocuk resmi (karikatürü) çizer hep... İşte bu anlatıma tamamen uyan bir resimdi gördüğüm ve ikisi bir araya gelince kendisini dayatarak ortaya çıkıverdi Bilgin Bebiş - BİLBİŞ...

Ancak kalemi hayatı boyunca sadece ortaokul resim dersinde kullanan bir insan için çizmek o kadar kolay olmadı, olmayacak... Çok sancılı, çok zorlu bir durum... Mesleğim gereği bana bilgisayarda hazırla deseler hepsi hepsi 15-20 dakika sürer BİLBİŞ’in çizimi... Ama kalem... Öylesine imkansız görünüyor ki...

Zaman zaman umutsuzluğa düşsem de, yapamazmışım gibi düşünsem de en büyük teşvik yine ustadan; Sayın Sevdakâr Çelik’ten... Ha bir de Eylül Özyürek’i anmadan geçmek olmaz. Çünkü ne zaman umutsuzluğa düşsem, ne zaman gücümü kaybetsem Sevgili Eylül gelir aklıma... Onun amatörce çizmeye olan isteği, inadı, azmi ve yiğitliği...

Çizimlerimdeki acemiliği ustalar mazur görürler ve hoşgörüyle karşılarlar. Ancak ben çizerek büyük bir sanatçı olmak iddiası ile yola çıkmadım. Sadece yaşamımızın ortasına düşen yavrularımızın gözüyle dünyayı, bizleri, yanlışlarımızı, eğrilerimizi, doğrularımızı anlatmaya çalışacağım. Bu nedenle eleştirilerin daha bir ince, daha bir yapıcı olmasını ve bir de çizgiden çok konuya yönelik algılanmasını diliyorum.

Doğru bir yolda olduğumu düşünüyorum. Çünkü bu yıl üniversiteye başlayacak olan biricik oğlum Ozan Emrah'la BİLBİŞ hakkındaki düşüncelerimi paylaşırken bana; "Anne bebekleri, çocukları, olayları ve hayatı böyle algılayan bir anne olarak sen -ara sıra bile olsa- nasıl böyle davranırsın?" diyerek ince bir eleştiri gönderdi. Aslında bu eleştiri sevgiyle söylenmişti, ama bir gerçeği de yansıtıyordu. Çünkü bizler çocuklarımızın bir anda bizim gibi düşünmesini, bizim gibi davranmasını bekliyoruz. Ara sıra bile olsa onların çocuk olduklarını, bizim de o yaşlardayken aynı davranışları ve hataları yaptığımızı hatırlamamız gerekmiyor mu?

Bir bebek yaşamımızın ortasına doğar. Öylesine saf, bilgisiz, acemi ve meraklıdırlar ki... Bütün duyuları anten gibi açılmış; her şeyi duymak, görmek, hissetmek ve algılamak isterler. Bazen canları çok yansa bile... Yanan sobaya dokunur, kediyle boğuşur, canlı yılanı yakalar...

İşte BİLBİŞ kendi gözüyle dünyayı ve bizleri algılamaya, anlatmaya çalışacak.

BİLBİŞ, adı gibi bir BİLGİN... Hayatı müthiş bir şekilde algılayan bir bebek. Aslında tüm bebeklerimiz zaten öyle değiller mi? Hele bir gözlerinin içine bakın...

Merhaba

Seninle Yaşlanmak İstiyorum

Seninle yaşlanmak istiyorum. Seneler geçsin, sen beni bil, ben seni bileyim istiyorum. Benim olduğu kadar dostlarının, dostlarının olduğu kadar benim ol istiyorum.
Nice sıkıntı ve zorluk yaşayıp anlatalım. Yaşayalım ki, öğrenelim hayatı ve destek çıkmayı. Birbirimizin omuzlarında ağlamalıyız. Sen çok dertlenip, içip, arkadaşlarınla eve gelmelisin. Paylaşmalı ve beraber sıkılmalıyız. Öyle ki, yalnız sıkılmak sıkmalı bizi. Yaşayalım ki, paramız olunca sevinelim.

Güzel günlerimizi, evimizde, bir şişe şarap ve pijamalarımızla kutlamalıyız. Ya da bazen dostlarla ucuz biralar içerek... Böylece yaşamalıyız işte.Sonra çocuğumuz olmalı, düşünsene, senin ve benim olan bir canlı. Geceleri ağladıkça sırayla susturmalıyız. Sen arada mızıkçılık yapmalısın. Ve ben söylenerek sıranı almalıyım. Yorgun olduğum için yemek yapmamalıyım, söylenerek yumurta kırmalısın. Hava soğukken birbirimize sıkıca sarılıp yatmalıyız.

Zaman su gibi akıp giderken, herşey yaşanmış bir hayatımız olmalı. Herşeye rağmen hiç bıkmamalıyız birbirimizden. Mutlu da olsa, kötü de olsa, yaşadığımız günler bizim günlerimiz olmalı. Saçlara düşünce aklar ya da gidince aklar, çocukları güvence altına alıp gitmeli bu şehirden.Kavgasız, her sabah gürültüyle uyanılmayan, sessiz bir yere gitmeliyiz. Geceleri balkonda denizi seyredip, sandalyelerimizde sallanmalıyız. Eve gelip, benden kahve istemelisin. Çocuklar gelmeli ziyaretimize, geçmişteki hareketli günlerimizi anımsamalıyız...

Öyle sevmelisin ki beni, bu yazdıklarım korkutmamalı seni. Tebessümler açtırmalı yüzünde. Bir gün bu hayatı bırakıp giderken, sadece mutluluk olmalı yüzümüzde, birbirimizi sevmenin gururu olmalı ''herşeyde''.

Can Yücel


ÇİZGİ ÖYKÜ - 2
Orijinal Karikatür : Efes Göç
Öykü : Bırakıp gittiğin yüreğinse eğer, elbet geri döneceksin…

Hiçbir şeyden çekmedi evren, insanoğlundan çektiği kadar… Yaşadığımız dünyayı, bulunduğumuz, geçtiğimiz her yeri yakıp yıktık, talan ettik. Öylesine bir talan ki her nesne, her varlık pes etti. Ve en son olarak da dünyamız… Bu talana dayanamayan dünyamız geri dönülmez bir yolda ilerliyor ve az bir süre sonra insanoğlu kendi sonunu kendisi hazırlamış olacak.

Evet insanoğlu demiştik… El atmadığı, talan etmediği yer yok… İşte kendi yarattığı tanrıları bile ne hale getirmiş… Efsanelerde yaşatılan ve onlar için tapınaklar, heykeller yapılan tanrıların içler acısı hali. Yani tanrıların bile gücü yetmemiş bu insanlığın bu çılgınlığına…

Tanrı Zeus en sonunda dayanamayıp kalkar ayağa… Topal aksak terki diyar etmek için yola çıkar. Ancak geride bıraktıkları vardır; Tanrı Zeus’un taşımaya gücünün olmadığı, gücünün yetmediği…

Karısı Hera yaşlı gözlerle ona bakmaktadır. Yapacak hiçbir şey yoktur … Bir veda busesi bile konduramaz sevdiğinin yanağına; sarılamaz… elini sallayabilmek için bir kolu bile yoktur.

Zeus aniden karar verir… Yürek isterse her zorluğun üstesinden gelinir. Hele ki bu zorluk sevdanın önüne çıkmışsa… İnsan koca bir evreni bile yüklenir sırtına...

Bu arada şöyle bir yorumu da vermeden geçemeyeceğim. Karikatürü gönderdiğim bir arkadaşımla duygularımı paylaşmak istemiştim. (Konak Belediyesi / Tülay Çelikel) Kendisi de sanatçı olan bu arkadaşımla aramızda geçen MSN yazışmasını aynen aktarıyorum.

(Bu arada yeni evlenen sevgili Tülay'a buradan da mutluluk dileklerimi iletiyorum. Bir ömür boyu mutlu ol, mutlu kal sevgili Tülay)



- Çizim gerçekten yürek burkucu bu arada, hele benim için…

- Neler çağrıştırdı sizde çok merak ettim. Merakım sizinle ilgili değil, çizimle ilgilidir... çünkü benim çok çok çok hoşuma gitti... çok farklı bir yerlere götürdü beni.

- Bana daha çok yok edilmiş bir şehri gösterdi efsaneleriyle birlikte harabeye çevrilmiş, malum pek koruyamıyoruz. O açıdan şehrin adamı bile bıkıyor ki -bu heraklitosa benziyor- Heraklitos şehrini iyi korumuş ve çok çaba harcamıştır, o açıdan da çok acıklı…
Tabii heykelleri kırık görmek de öyle...

-Bir ayrıntı daha var; evet tanrılar ve tanrıçalar adı ne olursa olsun... Heraklitos diyelim, arkada da Artemis ve onun bacakları yok; sevdiğiyle birlikte gidebilmek için…

- Tebrikler ne güzel
- Ay aynı şeyleri konuşabilmek ne güzel, pek az kimse bilir, düşünebilir bunları…


- İşin bir yönü daha var; onlar tanrıyken aciz durumda... peki ya biz... bizler bazen ayaklarımız olsa bile ACİZ kalabiliyoruz gidenlerin arkasından…

- Çok doğru…
ÇİZGİ ÖYKÜ-1
Orijinal Karikatür : Kardan Adam ve Gül
Öykü : Buzdan Olur Kardan Adamın Yüreği

Kardan Adam ve Gül” karikatürü bunlardan biri…
Karikatürün orijinal çizgilerini hiç bozmadan bir çizgi öykü oluşturmak istedik.
(Aslında ilk bakışta sevdalı bir Kardan Adam’ın, sevgili Kardan Kadın’ına romantik şekilde gül sunmasını, sevgisini sunmasını anlatıyordu bu karikatür, ama benim dikkatime takılan küçük bir ayrıntıdır, bu öykünün oluşma sebebi.)

Havalar ısınıyordu. Havaların ısınması onun yok olması demekti, gitmeliydi; hayatta kalabilmek için soğuğa ve kara ihtiyacı vardı.

Kardan Kadın’a “Hadi gidelim.” Demek, “Hadi benimle gel” demek bile aklına gelmemişti, gelmiyordu. Gülüne bile kıyamamış, gittiği yerlerde lazım olur diye cebine yerleştirmişti. Yüreğini ise hiç koymamıştı zaten. Çünkü yüreğini ortaya koymaktan korkuyordu. ‘Sevdalı Kardan Adam’ bitmiş demekti. Yüreğini koyunca insan bu kadar kolay dönüp gidebilir miydi?

Bakakaldı gidenin ardından… “Hadi gidelim.” demeyene “Ben de seninle geleyim.” denir miydi? “Hadi benimle gel.” demeyene “Beni bırakma, gitme” denebilir miydi?
Diyemedi Kardan Kadın, diyemezdi. Ağlıyordu Kardan Kadın, ağlamasının yok olmak demek olduğunu bile bile ağlıyordu. Giden sadece Kardan Adam’ın değildi… Onunla birlikte her şeyi gidiyordu; umutları, inançları, yüreği… en önemlisi de sevdası… Erise, yok olsa ne gam; zaten bundan sonra yaşayabilir miydi?

Anlamıştı, Kardan Adam’ın yüreği buzdan olurdu… Ama geç kalmıştı, hem de çok geç…

elma sekeri

elma sekeri
Çocuklar ne çok sever ELMA ŞEKERİ'ni