12 Temmuz 2008 Cumartesi

Beyin Acının Fotoğrafını Çeker

Biliyorum seni bazen ne kadar çok üzdüğümü...

Yaramazlık yapıyorum, etrafı karıştırıyorum, oynarken örtüleri bozuyorum ama inan bana anne bunları seni üzmek için yapmıyorum. İçimde öyle büyük bir enerji ve merak duygusu var ki; sanki böyle davranmaya mecbur kalıyorum. Sen benim akıllı olmamı, hiç bir şeye karışmamamı istiyorsun, "oyuncaklarınla oyna" diyorsun. Olmuyor anne, araştırmazsam öğrenemem, yanlış yapmazsam doğruyu bulamam.

LÜTFEN BENİ ANLA ANNE!
Benim ne kadar yalnız olduğumu sen de biliyorsun. İlgiye sevgiye, desteklenmeye ihtiyacım var. Gün içinde çoğu zaman meşgulsün. Ev işi yapıyorsun, telefonda konuşuyorsun, komşu teyzeye gidiyorsun, ya da o sana geliyor. Sana ne zaman bir şey soracak olsam veya anlatmak istediklerim varsa, bana "daha sonra konuşuruz" diyorsun. Farkında mısın? daha sonralar hiç gelmiyor. Senin benimle konuşmanı ve beni dinlemeni istiyorum. İşte o zaman kendimi ifade etmeyi öğrenebilirim.

LÜTFEN BENİ DİNLE ANNE!
Hatırlıyor musun, geçen gün oturma odasındaki duvara resim yaptım diye bana nasıl vurmuştun. Canım çok acıdı anne! Oysa ki ben senin ve benim resimlerimizi yapıp seni mutlu etmeyi düşünmüştüm. O kadar öfkelendin ki, gerçekten çok korkunç görünüyordun. Elini, vurmak için öfkeyle bana kaldırdığında, masallarda ki devler geldi aklıma. Elleri kocaman olan devler. Senin de ellerini o devinkine benzettim. Karşımda masallar diyarından gelen bir dev duruyordu sanki. Hele bana vurduğunda canımın nasıl acıdığını anlatamam sana. Düşünsene senin iki katın büyüklüğünde ki bir devin sana vurduğunu. Canın acırdı değil mi? Neler yapabileceğimi görmen, yeteneklerimi keşfedebilmen için yanlışlarımı sabırla düzeltip, bana doğruyu göstermelisin. Canımı acıtarak güzel bir insan olmamı bekleyemezsin. Bu benim sana olan öfkemi artırıp, sana duyduğum saygıyı azaltır.

Bunun için LÜTFEN BANA VURMA ANNE!

ÇİZGİ ÖYKÜ - 2
Orijinal Karikatür : Efes Göç
Öykü : Bırakıp gittiğin yüreğinse eğer, elbet geri döneceksin…

Hiçbir şeyden çekmedi evren, insanoğlundan çektiği kadar… Yaşadığımız dünyayı, bulunduğumuz, geçtiğimiz her yeri yakıp yıktık, talan ettik. Öylesine bir talan ki her nesne, her varlık pes etti. Ve en son olarak da dünyamız… Bu talana dayanamayan dünyamız geri dönülmez bir yolda ilerliyor ve az bir süre sonra insanoğlu kendi sonunu kendisi hazırlamış olacak.

Evet insanoğlu demiştik… El atmadığı, talan etmediği yer yok… İşte kendi yarattığı tanrıları bile ne hale getirmiş… Efsanelerde yaşatılan ve onlar için tapınaklar, heykeller yapılan tanrıların içler acısı hali. Yani tanrıların bile gücü yetmemiş bu insanlığın bu çılgınlığına…

Tanrı Zeus en sonunda dayanamayıp kalkar ayağa… Topal aksak terki diyar etmek için yola çıkar. Ancak geride bıraktıkları vardır; Tanrı Zeus’un taşımaya gücünün olmadığı, gücünün yetmediği…

Karısı Hera yaşlı gözlerle ona bakmaktadır. Yapacak hiçbir şey yoktur … Bir veda busesi bile konduramaz sevdiğinin yanağına; sarılamaz… elini sallayabilmek için bir kolu bile yoktur.

Zeus aniden karar verir… Yürek isterse her zorluğun üstesinden gelinir. Hele ki bu zorluk sevdanın önüne çıkmışsa… İnsan koca bir evreni bile yüklenir sırtına...

Bu arada şöyle bir yorumu da vermeden geçemeyeceğim. Karikatürü gönderdiğim bir arkadaşımla duygularımı paylaşmak istemiştim. (Konak Belediyesi / Tülay Çelikel) Kendisi de sanatçı olan bu arkadaşımla aramızda geçen MSN yazışmasını aynen aktarıyorum.

(Bu arada yeni evlenen sevgili Tülay'a buradan da mutluluk dileklerimi iletiyorum. Bir ömür boyu mutlu ol, mutlu kal sevgili Tülay)



- Çizim gerçekten yürek burkucu bu arada, hele benim için…

- Neler çağrıştırdı sizde çok merak ettim. Merakım sizinle ilgili değil, çizimle ilgilidir... çünkü benim çok çok çok hoşuma gitti... çok farklı bir yerlere götürdü beni.

- Bana daha çok yok edilmiş bir şehri gösterdi efsaneleriyle birlikte harabeye çevrilmiş, malum pek koruyamıyoruz. O açıdan şehrin adamı bile bıkıyor ki -bu heraklitosa benziyor- Heraklitos şehrini iyi korumuş ve çok çaba harcamıştır, o açıdan da çok acıklı…
Tabii heykelleri kırık görmek de öyle...

-Bir ayrıntı daha var; evet tanrılar ve tanrıçalar adı ne olursa olsun... Heraklitos diyelim, arkada da Artemis ve onun bacakları yok; sevdiğiyle birlikte gidebilmek için…

- Tebrikler ne güzel
- Ay aynı şeyleri konuşabilmek ne güzel, pek az kimse bilir, düşünebilir bunları…


- İşin bir yönü daha var; onlar tanrıyken aciz durumda... peki ya biz... bizler bazen ayaklarımız olsa bile ACİZ kalabiliyoruz gidenlerin arkasından…

- Çok doğru…
ÇİZGİ ÖYKÜ-1
Orijinal Karikatür : Kardan Adam ve Gül
Öykü : Buzdan Olur Kardan Adamın Yüreği

Kardan Adam ve Gül” karikatürü bunlardan biri…
Karikatürün orijinal çizgilerini hiç bozmadan bir çizgi öykü oluşturmak istedik.
(Aslında ilk bakışta sevdalı bir Kardan Adam’ın, sevgili Kardan Kadın’ına romantik şekilde gül sunmasını, sevgisini sunmasını anlatıyordu bu karikatür, ama benim dikkatime takılan küçük bir ayrıntıdır, bu öykünün oluşma sebebi.)

Havalar ısınıyordu. Havaların ısınması onun yok olması demekti, gitmeliydi; hayatta kalabilmek için soğuğa ve kara ihtiyacı vardı.

Kardan Kadın’a “Hadi gidelim.” Demek, “Hadi benimle gel” demek bile aklına gelmemişti, gelmiyordu. Gülüne bile kıyamamış, gittiği yerlerde lazım olur diye cebine yerleştirmişti. Yüreğini ise hiç koymamıştı zaten. Çünkü yüreğini ortaya koymaktan korkuyordu. ‘Sevdalı Kardan Adam’ bitmiş demekti. Yüreğini koyunca insan bu kadar kolay dönüp gidebilir miydi?

Bakakaldı gidenin ardından… “Hadi gidelim.” demeyene “Ben de seninle geleyim.” denir miydi? “Hadi benimle gel.” demeyene “Beni bırakma, gitme” denebilir miydi?
Diyemedi Kardan Kadın, diyemezdi. Ağlıyordu Kardan Kadın, ağlamasının yok olmak demek olduğunu bile bile ağlıyordu. Giden sadece Kardan Adam’ın değildi… Onunla birlikte her şeyi gidiyordu; umutları, inançları, yüreği… en önemlisi de sevdası… Erise, yok olsa ne gam; zaten bundan sonra yaşayabilir miydi?

Anlamıştı, Kardan Adam’ın yüreği buzdan olurdu… Ama geç kalmıştı, hem de çok geç…

elma sekeri

elma sekeri
Çocuklar ne çok sever ELMA ŞEKERİ'ni